Sanal gelecek endişesini taşımalıyız

     Bu haftaki köşe yazımızı iki ana konu başlığı şeklinde inşa ettik. Birinci mesele sanallık ve gerçeklik üzerine kuruldu. İnsanoğlunun geçirdiği değişim hayatın her alanında yaşam biçimlerini değiştiriyor. İlk insandan günümüze kadar yaşanılanlar ve dünya medeniyetinin ulaştığı noktada eskiden mi daha güzeldi her şey bugün yaşanılan mı daha güzel? Diye sormadan edemiyor insan. Güzel ya da çirkinlik mefhumu kişiden kişiye değişen öznel bir gerçeklik olsa da ortalama bir kanaat oluşturması bakımından bir fikir veriyor bize. Dün hayatın gerçekliği önemli iken, yaşadıklarımız yaşamın içinden gerçek hayat hikayeleriydi.   

 

     Kuşakları eskiden 70’ler, 80’ler, 90’lar diye adlandırılıyordu. Bugün artık X,Y,Z kuşakları diye isimlendirir olduk nesillerimizi. Yani sembolik isimlendirmeler bile sanallık ve hayattan kopukluğu ifade ediyor. Dün insanlar hayatın içinde, hayatın koşuşturmasının acımasızlığını iliklerine kadar görüyor ve yaşıyordu. Bir şekilde canlı ve aktif bir yaşam vardı hepimizin hayatında. Bugün geldiğimiz nokta itibariyle hayattan kopuk evlere, kafelere, kapalı alanlara hapsolmuş, sanal alemde aktif sosyal alemde bir nevi elini ayağını, kendini çekmiş nesillerden bahsediyoruz. Bireysellik ve anlık hazlarla beslenen, sanal gerçeklik dünyasının müdavimi yeni nesil ürünler için geleceği onların gözünden göremezsek, onların gerçekliğinden hareket edemezsek gelecek beklenenden daha büyük felaketlere gebedir. Sanal gençliği gerçeklik temaları ile yüzleştirmenin formüllerini, projelerini hayata geçirmeliyiz. Onların zekasını, onların seriliğini, hızlı çözüm üretim becerileri ile dünün çalışkanlığını, üretkenliğini, fedakarlığını birleştirerek geleceğin dünyasına hazırlanabiliriz. Bunu yapamazsak karanlık gelecek için ciddi endişe duymamız gerekir.

     

                                               …………………………………………

 

     Bu hafta ikinci ele alacağımız konu aktüelliğini son tahlilde yitirmeyen her akşam bir dram olarak TV’lerde izlediğimiz kadına şiddet olayları olacaktır. Devlet olarak kadına sosyal, siyasal, ekonomik özgürlükleri verme noktasında baş döndürücü bir değişimi yaşıyoruz. Her gelen bakan, her siyasi erk sahibi kadını kutsayıp, kadına kâğıt üzerinde “cennet” vaat etme noktasında yarışır hale gelmiş. Bütün bu kâğıt üzerindeki vaatler kadını yaşatmaya, kadını toplumda saygın bir birey haline getirmeyi sağlayamıyor maalesef. Tüm bildiklerimizi unutsak bile unutmamamız gereken bir gerçeklik var ki o da kadının “ana” olmasıdır. Kadın toplumu var edendir. İnancımıza göre ise erkeğe emanet, cennetin kazanılmasına vesile anadır kadın. Hangi makamı verirseniz verin, hangi şerefi verirseniz verin, analık makamını, cenneti anaların ayakları altına seren bir inancın yüklediği değeri veremezsiniz kadına . Bu gidişle inançlarından, kültüründen, değerlerinden uzaklaşan bu toplum için gelecekten endişe duymamız gerekiyor. Anneye, babaya öff demeyi bile kabul etmeyen kodlarımızı yeniden yakalamalı, bize ne oldu? Diye kendimizi sorgulamalıyız.

 

     Kanunlar barış ve güveni tesis etmelidir. Toplumsal yaraları artırıyorsa yeni olmasına, “Avrupai” olmasına bakılmamalıdır.  Kadına şiddetin hiçbir gerekçesi olamaz, olmamalıdır. Kanunlar aileyi bütünleştirmelidir. Aileyi bölmek, parçalamak, çocukları aile şefkatinden uzaklaştırmaya neden oluyorsa, kanunlar, uluslararası sözleşmelerden behemehâl dönülmelidir.

 

     Milli benliğimizde yüzyıllarca ataerkil bir toplum olarak varlığımızı sürdürdük. Her ne kadar erkek egemenliği de olsa erkeğin gücü sembolik olmuştur. Kadının sağduyusu erkeğin gücünü dengelemiştir. Sağlanan bu denge aile içinde huzur ve güven toplumda ise güçlü bir yapı meydana getirilmiştir. Sözün özü şapkamızı önümüze koyup biz nerede yanlış yaptık, nerede yanlış yapıyoruz? diye kendimize sormalıyız. Yanlış ve adaletsiz sosyal yardımlarla erkekleri daha tembel yapan uygulamalara son verilmelidir. Ekonomik özgürlük adına, ayaklarının üzerine dursun diye asgari ücret ile ihtiyaçlı olsun olmasın kadınları evlerinden, ailelerinden koparıp ailelerin dağılmasına kapı aralayan anlayışın geldiği nokta iyi irdelenmelidir. Çocukları anasız, evleri ocaksız bırakan tutum ve davranışlardan dönülmelidir. Yaşadıklarımızın muhasebesini doğru yapmazsak gelecekte acılarımız daha artacak diye endişe etmemek mümkün değildir. 

YORUM EKLE

banner81

banner22

banner21

banner24