İstanbul’a sırtını dönen kaybediyor

İstanbul için yazılmadık roman, yazılmadık şiir, okunmadık şarkı, çizilmedik resim, umulmadık hayal namına ne varsa hepsi yapılmış denilebilir. Bütün bunlara rağmen bugün de yarın da bunların yanında yeni duygular, yeni duyguların ifade biçimlerine yenileri ekleneceğine de inanıyorum. Zaman değişiyor, insan da değişiyor. Zamana ve insana göre yeni duygular yeni ifadeler terennüm edecektir.

 

 İstanbul’u nasıl tarif etmek gerekiyor? Sorusuna verilecek tek bir cevap bulamayız diye düşünüyorum. İstanbul’dan ne beklerseniz, İstanbul’u ne olarak hayal ederseniz İstanbul öyle ifade ediyor kendini. Herkese, her kesime cevap veren bir şehir ancak evrensel bir şehirdir. Her devirde elde edilmesi için uğrunda savaşlar yapılan, açık ve gizli planlar yapılan İstanbul’a hâkim olmak bir başarı olsa da şehri kendi mührüyle kendi şehri yapmak ayrı bir başarıdır. İstanbul’u alan herkes bu mührü vurmaya çalışmış. İstanbul, İmparatorluklar şehridir. Dünya şehirler liginin büyük oyuncusudur. Roma’dan, Bizans’a oradan Osmanlı’ya kadim kültürün yoğurduğu İstanbul bugün yeni yüzüyle mi daha güzel yoksa eski yapılarıyla mı daha güzel? Eski medeniyetler şehre ruh katmış kendinden bir parça katmak istemiş. Bugün ise dünün mirasını yiyen onun üzerine bir şey koyamayan bir yapının olduğu hissine kapılıyorum İstanbul’u görünce.

 

Dönem dönem İstanbul’a ziyaretler yapıyoruz. Bir ay önceki ziyaretimizde bundan önce gördüklerimizden çok daha bizi şaşırtan yenilikler görmedik desek yanlış olmaz. Belki söylenebilecek olumlu bir değişim varsa toplu ulaşımda gelinen nokta olmuş olabilir. Birçok alanda geliştirilen toplu ulaşım ağı ve alternatifi şehrin insan kalabalığına bir nebze olsun rahatlık getirebilecek çalışmaları sağlamış. Şayet çok özel olmayacaksa özel araçların kullanımına getirilecek sınırlama İstanbul’u daha mutlu ve yaşanabilir şehir haline getirilebilir. Tabi ki toplum olarak öyle bir olgunluğa sahip olmak için ne kadar bir eğitim sürecine ihtiyaç olduğunu bilemiyorum.

 

Müslümanlar ve dolayısıyla Osmanlı İstanbul’u almak için ibadet aşkıyla çalıştı. İstanbul’u almak bir ibadetti Müslümanlar açısından.  Peki ecdat İstanbul’u aldı da onunla yetindi mi? Elbette hayır. İstanbul’u İslambul yapmak için cami, mescit, medrese, sebil, şifahane gibi nice yapılarla İstanbul’u İslam’ın önemli şehri haline getirdi. Camilerine ve diğer ibadet mekanlarına İslam’ın ruhunu, sadeliğini aynı zamanında İslam medeniyetinin göstermiş olduğu gelişimi yansıttı. O büyük selatin camilerinde huşu ve huzur bulmanız bir şartla hala mümkündür. O da  turistlerin gelişi güzel, özensiz, namazın sağlığına ve ruhuna uymayan giysileriyle camilerin avlularında, camilerin içerilerinde olması bu huzur ve huşuya mani oluyor. Müslümanların ibadet özgürlüğü ve huşusu açısından bu kadar özensiz davranılmasını salt turist rahatlığıyla açıklanamaz. Büyük camileri bilmiyorum ama İstanbul’daki mahalle camilerinde imam, müezzinler arasında görev sorumluluğuna yakışmayacak davranışlar sıradan hale gelmesi de taşradaki durumun bizi yanıltmadığını gösteriyor. Cami cemaatine sürekli devam eden mahalle sakinlerinden işi bilen insanlar artık nöbetçi imam ve müezzinlik yapıyor. Din adına hizmet edenlerin olayı bu kadar basite almaları, görevlerindeki bilinçsiz tutum ve davranışları bırakın din adamlığına Müslümanca bir duruşun nesiyle açıklanabilir?

 

Roma ve devamı Bizans da kendi ruhunu ve estetiğini İstanbul’a yansıtmış. Dini ve sosyal kurumlarla hala o eski yapıyı görünce İstanbul’un sahip olduğu medeniyet zenginliğini görüyorsunuz. İsteyen kiliseye, isteyen sinagoga, isteyen camiye giden bir şehir olarak İstanbul’un zenginliği korunmalı ancak sahip çıkılmazsa her zaman elimizden çıkabileceğini unutmamalı.

 

İstanbul dün olduğu gibi bugün de eğitim şehri olma özelliğini devam ettiriyor. Bu özelliği öğrencilerin barınma ihtiyaçlarını da beraberinde getiriyor. Sosyal devlet olmanın gereği bu öğrenciler için yurt imkanları geliştirilmelidir. Fakat bu kadar ekonominin döndüğü bir şehirde kim arsa bulacak da öğrencilerin ihtiyaçlarına yurt yapacak? Bu iş iman ve imkân meselesidir. İstenirse olur. İstenmezse olmaz. Zaten özel yurtlar var, evler var yani velilerin imkanları işi çözmeli diye bakılınca sorun kendiliğinden çözülmüş oluyor.

 

İstanbul’un imkân ve avantajları kullanılırsa İstanbul insanı büyüttüğünü gördük. İstanbul’u yok sayan, ona sırtını dönene İstanbul da sırtını dönüyor, bir değersiz eşya gibi bir kenara itiyor. Fakat sırtını İstanbul’a yaslayan kazanıyor. Siyasette de ekonomide de, eğitimde de kısaca her şey de öyledir.

 

 

YORUM EKLE

banner81

banner22

banner21

banner24