Depremde bile bir araya gelemiyorsak…

Dünya siyasetinde ülkeler arası tıpkı dünya savaşları öncesi yapılan ittifaklar, bloklaşmalar, kutuplaşmalar hızlı bir şekilde devam ediyor. Türkiye içeride yaşadığı sıkışma, ekonomik kriz, sosyal ve siyasal ayrışmalar nedeniyle zor bir süreçten geçiyor.  Ülke içinde iç barış sağlanmadan dışarıda yapılacak her makul ve mantıklı çıkış tam anlamıyla ses getirmeyecek, başarıya ulaşamayacaktır.

 

Evin içinde huzur bulamayan bir kişinin dışarıya karşın huzur sağlaması, güven oluşturması mümkün değildir. Ülkenin içinde ayrışma, kavga, çekişme, ötekileştirme yaşanıyorsa ülkenin güçlü bir şekilde ayakları üzerinde durmasına imkân yoktur. Cumhurbaşkanının BM’nin açılışında yaptığı konuşma mazlum milletler nezdinde tarihi nitelik taşımış, büyük beğeni toplamıştır. Konuşma vicdanını kaybeden dünya siyasetinde bir vicdan patlaması olarak okundu. Ülke içinde ise aynı yankıyı bulduğu söylenemez.  Çünkü bu konuşma içeride seslerini duyuramayan, kurunun yanında yaş da yanar misali yandığını iddia eden, mazluma b ağlamışların gözünde sadece edebi hitabetten başka bir şey değildir.

 

Padişahım çok yaşa anlayışı gücü elinde bulunduran doğu toplumlarının iktidarlarından nemalananların ortaya koyduğu anlayışıdır. Bu anlayış Batı toplumunda ise kral öldü yaşasın yeni kral anlayışıyla ifade edilebilir. Münafık bir toplumda yüze söylenen her şey güzeldir. Unutulmamalıdır ki bir münafık muhatabının yüzüne asla kötü bir şey söylemez. Aksine arkasından da iyi bir şey söylemez. Dosta düşen doğru sözlü olmaktır. İncitse de doğru sözü söylemekten geri durmamaktır. Çünkü bilir ki bugün doğruyu söylemezse yarın dostu daha büyük zarara uğrayacaktır.  O nedenle hayatın neresinde olursa olsun her yaptıklarına kafa sallayan şakşakçıları, yağcıları kısaca münafıkları yalnız kalmak da olsa ucunda  uzak tutmak gerekir. Çünkü düştüğünüzde sizi ilk terk edecek de onlardır. Türk siyasetinin şuanda yaşadığı durum da buna çok benziyor. Bugün dost gibi görünenler yarın yaşasın yeni kral diyeceklerdir.

 

Türkiye 17 Ağustos Marmara Depreminin 20. yılını geride bırakmışken geçen hafta İstanbul’un 5,8 depremiyle herkesin zihninde olan fakat kimsenin aklına getirmek istemediği  “Büyük İstanbul Depremini” getirdi. Tıpkı ölüm gibi biliyoruz ama ölüm sonrası için çalışmıyoruz. Ağır bir hastalık olunca tüm yapamadıklarımızı yapacağız diye zihnimizden geçiriyoruz. Yine iyileşince çoğunlukla toplum olarak aynı bildiğimiz yolda devam ediyoruz. 1999 depremi bir fırsattı depreme hazırlanmak için ancak ne yazık ki bu fırsatı değerlendiremedik.  Geldiğimiz noktada 5,8’lik depremle hayatımız kilitlendi. Allah göstermesin büyük bir depremde halimiz nice olur?

 

Toplumsal acılar, kederler, mutluluklar toplumları bir araya getirir. Acı bir durumda, acılarda bile bir araya gelemememiz gerçekten çok acı. Bence depremden daha büyük yıkım da bu olsa gerekir. Şehir için yapılacak yeni eylemleri görüşmek için kurula katılmak için davet edildi, edilmedi tartışması İstanbullulara en küçük tabirle saygısızlıktır. Hangi taraf olursa olsun toplumun geleceğini, sağlığını, güvenliğini ilgilendiren konular siyaset üstü konular olmalıdır. Bu konulardaki siyasetin önü kapalıdır. Bunu görememek için kör değil siyasetçi mi olmak gerekiyor?  Tüm kesimleriyle İstanbul bir araya gelip geçmişte yapamadığı depreme hazırlıkları biran önce hayata geçirmelidir. Devlet bu işte öncü olmalı, işi vatandaşın fantezisine bırakmamalıdır. Yoksa biz daha çok  ölümü (Büyük İstanbul Depremini) beklemeye devam ederiz.

 

 

YORUM EKLE

banner81

banner22

banner21

banner24