Çocuğa Saygı

Her kim olursa olsun,  insana saygı duymak, ona  bir lütuf değil; o insanın, sırf insan olduğu için kazandığı en doğal haktır. Bir ‘’insanın’’ saygıyı hakedip etmediğine; yaşına, mali durumuna, makamına, milletine, inancına vb. bakarak karar verilmez. Zira o bir insandır ve saygıyı doğal olarak hak etmektedir.

 

Saygı kavramıyla ilgili teorik olarak herhangi bir problem olmasa da, konu “Saygılı davranma”ya geldiğinde durum tamamen değişmektedir. Özellikle de çocuklara karşı. Herkesin yüzünde tuhaf bir ifade! Çocuğa saygı mı? O da neymiş! Birçok okuyucumuz için bu cümleler ütopik ve anormal(!) gelebilir. Ne yani hocam, çocuk yaramazlık yaptığında, söz dinlemediğinde, evin altını üstüne getirdiğinde şöyle iki tane patlatmayalım mı yani? Benim çocuğum değil mi yahu! İster döverim, ister severim(!)

 

 ‘’Ne olur; çocuklarımıza zulmetmeyelim, onları şiddet mağduru ve cezazede olarak  büyütmeyelim!’’ diyoruz. Şiddet denildiğinde sadece dayak anlaşılmasın. Kaş çatmak, diş sıkmak, parmak sallamak da şiddettir; yüz ekşitmek, öf çekmek, kolundan tutup sokakta peşinden sürüklemek de şiddettir; kendi ritmi içinde montunu giyen çocuğun kolundan tutup kırarcasına montun içine sokmak da şiddettir;  ‘sana küstüm, konuşmuyorum’  demek de;  ‘başkasının annesi olacağım’ demek de şiddettir; tahtaya kaldırıp bekletmek de şiddettir, bağırmak da... Bu sayılanlar sizin için normal ve olması gereken şeylerse sizi çok büyük problemlerin beklediğinden emin olabilirsiniz.

 

Yazdığımız bütün cümlelerde anne-babalara seslendik. ‘Çocuk’ denince unutulmaması gereken bir zümre daha var: Öğretmenler.

    

Pedagog Adem Güneş’in radyo programına katılan bir anne; çocuğunun,  öğretmeni tarafından ayakta bekletildiğini ve bu öğretmenin, öğrencilerine sıkça bağırdığını belirtmişti. Annenin, öğretmenle olan görüşmesinde aldığı cevap ise daha vahimdi:                                                                      

 

“ Siz 30 tane öğrenciyi idare etmenin kolay olduğunu mu zannediyorsunuz?’’  ,  ‘’Beğenmiyorsanız alın çocuğunuzu benim sınıfımdan!’’  ... ve ekliyor anne:  ‘’Öğretmenin endişe duyduğu şey çocukları hırpalaması, onurlarını rencide etmesi değil; müfettiş gelirse ne cevap vereceğiydi!’’

    

Öğretmenlik, bir duyarlılık işidir. Tebessüm ve şefkatle çocukların duygu dünyasını kanatlandırırken, öğrencilerimizi iyi bir şekilde tanıyıp,dupduru zihinlerini çağın gerektirdiği bilgilerle donatmaktır.  Bütün dünya bırakın ceza vermeyi, çocuğun duygu dünyasını incitmemek için çırpınırken; ne yazık ki bizler –özellikle eğitimde- cezayı normal, hatta gerekli karşılamaktayız.

    

Çok küçük bir yerleşim yerinde dahi olsa, emniyet birimleriyle görüşseniz; fazla sayıda hakaret,  kavga, yaralama vb. vakalarla karşılaştıklarını söyleyeceklerdir. Çünkü şiddet, psikolojik bulaşıcılık taşır. Ceza verilen, ceza vermeyi; hakaret edilen, hakaret etmeyi, şiddet gören, şiddet göstermeyi öğrenir. Şiddet gören kişi, onurunu korumak için karşı saldırıya (kaş çatılan bebeğin ağlaması) geçer. Şiddetin en tehlikeli yanı da işte budur.

   

Herkes saygı görmek ve önemsenmek ister. İnsanın yaratılışında vardır bu. Ne var ki; saygı görmenin yolu saygı göstermekten geçer.

     

Yazımızı Uzman Pedagog Adem Güneş’in bir sözüyle bitirelim:                                                    ‘’Nerede değerli bir insan gördümse, onun çocuğa da değer verdiğini gördüm.’’

 

YORUM EKLE

banner81

banner22

banner21

banner24